Bu sineğin larvası, karınca kolonisini kuran kraliçenin vücudunun arka bölümünde "endoparazit" (iç-parazit) olarak yaşar. Bu durumdaki kraliçenin davranışları, yumurtlamayı kesmesi dışında, farkedilir şekilde etkilenmez. Parazitin larvası, ev sahibinin vücudunu terkettikten sonra, pupa evresine geçer ve karıncalar tarafından sanki kendi pupalarıymış gibi bakım görür. Ancak, uçma aşamasına gelince bu dostane tavır yok olur ve sinek yuvayı terketmek zorunda kalır. Kraliçe karınca ise, parazitler yuvayı terkettikten sonra ölür.48
üstteki resimde ordu karıncalarının üzerinde yaşayan altı farklı asalak türü görülüyor. Bu asalaklar karıncaların vücutlarına farklı sembiyotik adaptasyonlarla yerleşmişlerdir.
(1) İlk sıradaki asalak, üzerinde yaşadığı karıncanın vücut sıvılarıyla beslenir.
(2) İkinci asalak ise bir çeşit mayttır ve evsahibinin ayağının ucunda yaşar.
(3) Bu ilginç asalak türü, karıncaları kandırarak onların larvaları ile beslenir.
(4) Bu tür, zamanının çoğunu işçi karıncaların üzerinde geçirir.
(5) Kendisine ev olarak karıncanın çenesinin uç kısmını seçmiştir.
(6) Bu asalak türü ise yine karıncanın anten köküne yerleşmiştir.
Sinek larvalarının karıncanın vücuduna yerleşmeleri ve burada yaşayabilmeleri gerçekten çok sıradışı bir durumdur. Henüz yeni dünyaya gelmiş bir canlının kendine yuva olarak bir kraliçe karıncanın vücudunu bilinçli olarak seçmiş olması mümkün değildir.
Anne sineğin yumurtalarını bırakmak için böyle bir mekan seçmesi için ise, karıncanın vücudunu ve yaşam tarzını çok iyi tanımasıyla mümkün olabilir. Zira bulunduğu bölge içinde, sineğin yumurtalarını bırakabileceği yüzlerce çeşit birbirinden farklı canlı türü vardır. Yavrularına düşkün olan sinek, bunlar içinde en uygun olanı tercih etmekte ve kraliçe karıncayı seçmektedir.
Ama yumurtalarının burada korunaklı bir biçimde gelişebileceğini ve hatta karıncalar tarafından özel bir bakıma tabi olacağını tahmin etmesi imkansızdır. Çünkü sinek karıncadan apayrı bir varlıktır ve karınca hakkında bilgi sahibi olması mümkün değildir.
O halde sineğin verdiği bu isabetli kararın, bu küçük hayvanın kendi "ileri görüşlülüğü"nün değil, kendisine yerleştirilen bir programın, daha doğrusu yapılan bir ilhamın sonucu olduğunu söyleyebiliriz.
Bir başka deyişle, larvayı en uygun yaşam alanına yerleştiren, sinek ve karınca üzerinde tam bir ilim ve hakimiyet sahibi olan güç, Allah'tır. Çünkü Allah, tüm canlıların Yaratıcısı, Sahibi ve Hakimi'dir.
Mavi Kelebeklerin Sırrı
Mavi Kelebek adı verilen ve İngiltere'de yaşayan bir tür, yüzyılın ikinci yarısında esrarengiz bir biçimde azalmaya başladı ve 1979 yılında türün son üyeleri de ortadan kalktılar. Bu kelebek türü üzerine çalışma yapan araştırmacılar kelebeğin, bitkiler üzerine çok sayıda yumurta bırakmasına rağmen neden yok olduğunu uzun süre bulamadılar. Aslında bu sır, kelebeğin çok şaşırtıcı olan hayat tarzı içinde gizliydi.
(1.) resimde büyük mavi kelebek karınca yuvasından ayrıldıktan sonra görülüyor.
(2.) resimde ise, mavi kelebek tırtılı henüz karıncalarla karşılaşmadan önce.
(3.) resimde karınca, taklitçi tırtılı kendi yuvasına götürürken görülüyor.
(4.) resimde ise mavi kelebek tırtılı karınca yuvasında, larvaların arasında yaşıyor.
Mavi kelebek tırtılları, yumurtadan çıktıktan sonra 3 hafta süreyle kekikle beslenirler. Bundan sonra yere düşerek kırmızı karıncalar için çok çekici olan bir sıvı salgılamaya başlarlar. Kırmızı karıncalar etrafta belirmeye başlayınca, tırtıl şahlanarak kafasının arkasındaki deriyi şişirir ve karıncayı bile kandırabilecek şekilde "karınca" şekline girer. Bu olağanüstü taklit yeteneğine aldanan kırmızı karıncalar, tırtılı kendi yuvalarına taşırlar ve larvalarının bulunduğu en korunaklı yere yerleştirirler. Mavi kelebek tırtılı, burada karınca larvalarıyla beslenerek bütün kışı geçirir. Baharda ipek kozasını yaparak erişkin bir kelebeğe dönüşünce de, karınca yuvasını tamamen terkeder.
Bu ortak yaşamın keşfedilmesi kelebeklerin soyunun tükenmesindeki sır perdesini de ortadan kaldırmıştır. Şöyle ki; bölgedeki ekolojik değişim nedeniyle, kırmızı karıncalar oradan uzaklaşmışlardır. Yumurtadan çıkan tırtıllar da yere düştükten sonra kendilerine aldanmayan diğer karınca türleri tarafından öldürülmüşlerdir.49
Şimdi cevap aranması gereken sorular şunlardır: İnsanı şaşırtan bu yaşam ortaklığı "tesadüfen" orataya çıkmış olabilir mi? Kelebek-üstelik henüz yetişkin bir kelebek haline gelmemiş bir tırtıl olduğu halde-karıncayı nasıl kandırabileceğini, nereden bilmektedir? Kuyruk kısmını şişirdiğinde karıncaya benzemesini sağlayan organlar nasıl ortaya çıkmıştır? Evrim teorisi, bilinçli bir yaratışı kabul etmediğine göre, bu organların tesadüfen ortaya çıktığını öne sürecektir. Oysa bir tesadüf bu denli kusursuz bir benzerlik oluşturamaz. Bu tür bir benzerliğin zaman içinde aşama aşama elde edilmiş olması da imkansızdır; çünkü bu benzerliği tam olarak kazanmamış olan bir tırtıl, karıncalar tarafından avlanacak, bu nedenle de soyunu devam ettiremeyecektir. Tırtılın kendi bedenini bilinçli olarak şekillendirmesi de mümkün olmadığına göre, tek cevap, bu hayvanın yaratıcı bir irade tarafından şekillendirildiği ve karıncaya benzer hale sokulduğudur.
Karıncanın Ağzından Beslenen Asalaklar
Bir asalak türü olan Dinarda, koloni yuvasının etrafında dolaşır ve ev sahibi olan karıncanın getirdiği avlarla beslenir. Ayrıca, ev sahibinin besin sıvılarından da yararlanır. Dolayısıyla bu asalak, yeni gelen işçi ve avcıların besin paylaştıkları yer olan yuva odalarının etrafında gezinir. Taktiği, karıncayı gördüğü zaman kendisine bir damla besin vermesi için dudağının kenarına dokunmaktır. Bu beslenme metodu ile aslında kendisini büyük bir tehlikeye de atmaktadır. Zira karınca asalağın bir yabancı olduğunu farkederse hemen saldırma pozisyonuna geçecektir. Ama asalak böyle bir duruma karşı tedbirini çoktan almıştır. Karıncanın saldırı hazırlığını gören asalak, hemen karnını yukarı kaldırır ve karıncaya sakinleştirici bir sıvı püskürtür. Bu sıvı sayesinde saldırı sona erer ve asalak kaçar.50
Zeki Göçmenler
Bazı böcek türleri (Atemeles), yazın yetiştirildikleri karınca (formica) yuvasından çıkıp, başka tür bir karıncanın (myrmica) yuvasına göç ederler. Kışı orada geçirip, yazın yine ilk çıktıkları yuvaya dönerler. Bu sezonluk değişimlerin elbette bir sebebi vardır: Kış aylarında Formica yuvasında gelişim dönemi görülmez. Bu yüzden de yemek akışı azalır. Bunun aksine Myrmica türünde kışın kuluçka dönemi vardır ve besin kaynakları burada çok zengindir.51
üstteki resimde bir böcekle karınca arasındaki besin değişimi görülüyor. Üstte böcek, karıncaya antenleriyle dokunuyor. Ortada böcek karıncanın ağzına ön ayaklarıyla vuruyor. En altta ise, karınca bu hareket karşısında bir damla sıvı besini taklitçi böceğe ikram ediyor.
Bu göç sırasında göçmenlerin, eski yuvalarının yolunu bulmada zorlanmaları beklenebilir. Oysa bu konuda hiçbir zorluk çekmezler. Formica yuvaları ormanlık bölgede, Myrmica yuvaları ise yeşil otluk bölgede bulunur. Formica yuvasını terk eden göçmenler, yol bulmada çok önemli bir metod keşfetmişlerdir; ışığa yönelerek otluk araziyi yani yerleşecekleri yuvanın yerini bulurlar.
Ama buraya ulaştıklarında da, onları farklı bir problem beklemektedir. Myrmica karıncalarını, diğer karınca kolonilerinden ayırdetmeleri gerekir. Yapılan araştırmalar, göçmenlerin, Myrmica yuvasından yayılan koku sayesinde doğru ev sahibini bulduklarını göstermektedir.52 Kısacası bu göçmenler, gidecekleri yönü ışık yardımıyla bulma yeteneklerinin yanında, karınca kolonilerinin kokularını da birbirinden ayırtedebilme yeteneğine sahiptirler.
Senede iki kere yuva değiştiren bu göçmenlerin, her iki karınca türü tarafından da kabul edilebilmeleri ve hemen yuva ortamına adapte olabilmeleri gerçekten çok ilgi çekicidir. Uzun yıllar karıncalar üzerine araştırma yapmış olan Wasmann , bu türün, henüz tam çözülememiş adaptasyon yöntemiyle, en gelişmiş ortakyaşar olduğuna inanmaktadır. Zira göç ettikleri yuvaya kendilerini kabul ettirmede kullandıkları çok hayret uyandırıcı bir özellikleri vardır:
Bu göçmenlerin savunma maddesi üreten bir bezleri bulunur ve burada ürettikleri güçlü bir kimyasal salgıyı, karınca saldırısına uğradıkları zaman düşmanlarını sakinleştirmek için kullanırlar. Bu, kimyasal açıdan o kadar güçlü bir salgıdır ki; göçmenler, bu salgıyı uzun süre yuvasında yaşadıkları karıncalara sunduklarında, karıncaların asalağa karşı çok daha "kibar" davrandıkları gözlenmiştir.53
Yukarıdaki resimde Atameles cinsi böceğin salgıladığı özel bir madde aracılığı ile kendini karınca yuvasına taşıtması görülüyor
Göçmen böceklerin bu son derece bilinçli faaliyetleri insanı düşündürmektedir. Bu böcek hangi mevsimde hangi yuvaya "taşınması" gerektiğini bildiğine göre, karıncaları her yönleriyle çok iyi tanıyor olmalıdır.
Peki bu ilgi çekici göç serüveni nasıl başlamıştır? İlk olarak pekçok böcek türü içinden seçim yaparak, bir karınca yuvasına yerleşmeye karar vermelidir. Yüzbinlerce böcek çeşidi içinden bu zorlu seçimi yaptıktan sonra, 8800 tür karıncanın içinden kendine uygun gördüğünü seçmeli ve daha sonra buradaki yiyeceklerin kış süresince azaldığını farketmelidir.
Bunu farkettikten sonra yine binlerce çeşit karınca içinden kışın yiyeceğin bol olduğu yuvayı keşfetmelidir. Sayılan kararları vermesi gereken belki hayatımızda hiç rastlamadığımız bir böcektir. Bir böcekten bu tür kararlar almasını ummak ise oldukça mantıksızdır.
Yine de bu sistemin bir şekilde varolduğunu düşünsek bile karşımıza çıkan sorular tükenmemektedir. Bu böcek bir yuvadan diğerine taşınırken yuvaya nasıl ulaşmaktadır? Ormanda yol bulabilmek akıl sahibi bir insan için bile zorken, insanın binde biri küçüklüğündeki göçmen böcek koskoca orman içindeki bir karınca yuvasını bulmayı nasıl başarmaktadır?
"Işığa yönelerek bulmaktadır" cevabı bu konuya hiçbir açıklık getirmemektedir aslında. Çünkü ışık en az 2-3 farklı cepheden gelebilmektedir. Işığa yönelerek ulaştığı noktada da aradığı yuvanınbulunabileceği metrekarelerce alan vardır. (Unutmayalım ki, bir böceğin büyüklüğüne göre metrekarelerce alan bizim için kilometrelerce kareyle ifade edilebilir.) Burada koku tanıma süreci başlıyor ama bu süreç oldukça şaşırtıcıdır.
Çünkü yüzlerce karınca kolonisinin yaşadığı ayrıca onların koloni kokuları dışında birbirinden farklı binlerce çeşit kokunun bulanabildiği bir ormanda, tek bir kokuyu diğerlerinden ayırtetmek oldukça zordur. Üstelik bütün bir yazı başka bir yerde geçiren böceğin, böyle bir kokuyu hafızasında tutabilmesi ilginçtir.
Son olarak şunu düşünelim. Bu böceği alıp kendimiz uygun karınca yuvasının kapısına koysak bile, yuvaya kabul edilip orada yaşaması çok zor olacaktır. Çünkü bilindiği gibi karıncaların oldukça güçlü bir tanıma yetenekleri vardır. Kendi kolonilerinden olmayan bir karıncayı bile yuvalarına kabul etmezlerken, bu böceğe elbette düşmanca davranacaklardır ve onu yuvadan hemen atacaklardır.
Ama sonuç hiç de bu şekilde olmamakta, aksine böcek çok misafirperver bir şekilde karşılanmaktadır. Bunun da, vücudunda salgıladığı bir kimyasal maddenin karıncalar üzerinde bıraktığı olumlu etkiyle olduğu söylenmektedir. Acaba göçmen böcek bu madde ile karıncaları etkileyebileceğini ve düşmanca hareketlerini tam tersine döndürebileceğini nasıl anlamıştır? Yoksa böyle bir madde üretmeyi akledip uzun süren çalışmaları sonucunda ideal maddeyi üretmeyi kendi mi başarmıştır?
Şüphesiz bu sorulara olumlu cevaplar vermek mümkün değildir. Ortada açık bir tablo vardır: Sözkonusu böcek, ciddi bir akıl ve muhakeme yeteneği gerektiren işler yapmaktadır. Oysa beyni bile olmayan bu yaratık için düşünme ve muhakeme yeteneğinden bahsetmek oldukça gülünç olacaktır. Dolayısıyla hayvanın yaptığı işlerdeki aklın kaynağının hayvanın "dışındaki" bir başka güç olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Evrimciler karşı karşıya oldukları bu çıkmazı aşabilmek için "içgüdü" terimini üretmişler, hayvanın hareketlerinin kaynağı belli olmayan bir takım "güdü"lerden kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Oysa bu terim, sadece bir göz boyamadan ibarettir ve gerçekte hiçbir şeyi değiştirmez. Tablo hala çok açıktır: Hayvana hükmeden ve akılcı bir planlamanın ürünü olan "güdü"ler vardır.
Hayvanda akılcı bir planlama olmadığına göre de, bu güdülerin kaynağı hayvana hükmeden bir başka güç olmalıdır. Kendisi görünmeyen, ama buna rağmen görünen dünyaya hükmeden, büyük bir akla sahip olan ve bu aklı böcekler gibi bilinçsiz canlılar üzerine yansıtan bir güç...
Ölü Taklidi Yapan Böcek
Karınca yuvaları, ABD'nin güney çölleri ve Meksika'da bulunan bir böcek türü için yüksek miktarda besin kaynağı, diğer yırtıcı hayvanlara karşı bir sığınak ve uygun iklim şartları sağlar. Sözkonusu böcekler karınca yuvasına girmeyi bir kere başardıktan sonra, doğruca kuluçka odasına giderek karınca larvalarıyla beslenirler.
Karıncanın yuvasına girmek için farklı yöntemler geliştirmişlerdir: Bazı türler direkt olarak karınca yuvasının girişine yürür, bitkisel saplarla kaplanmış yığınları içeri doğru yararak yuvaya girerler. Bu böceklerin çok iyi korunmalarını sağlayacak kabukları vardır, bu yüzden de karıncalar onları öldüremezler. Sadece hep beraber saldırıp zorla yuvadan dışarı atarlar.
Başarılı olamayan böcekler, asla vazgeçmezler. Bu sefer de ölü taklidi yaparak karıncalara cazip görünürler ve bu sayede karıncalar da yiyecek olarak onları yuvalarına götürürler. Bu böcekler, o kadar iyi ölü taklidi yaparlar ki antenlerini oluklarına geri çekerler ve bacaklarını da kaskatı hale getirerek karıncaları aldatırlar.54
Yumurta odalarına ulaştıktan sonra, anlaşılmaz bir şekilde, karıncalar bu böcekleri gözardı ederler. Araştırmalar sözkonusu canlılar karınca kuluçkaları ile beslenirken, tüylerinden salgılanan salgının da karıncaların dikkatini başka yöne çektiğini göstermiştir. Böylece, karıncaların saldırganlıkları azalmakta ve kuluçkalarını korumaları engellenmektedir.55
Ayrıca bu "zeki" böcekler, kendi larvalarını da karınca yuvasına bırakırlar. Böcek larvaları burada sebze parçacıklarının yığınları arasında beslenerek gelişirler. Karıncalara karşı hiçbir savunma mekanizmasına sahip olmamalarına rağmen, karıncalar tarafından bir saldırıya uğramazlar. Zamanla da kendilerini karıncalara karşı savunabilecek ve usta manevralarla kaçabilecek hale gelirler.56
Karıncaları Tanıyan Sinek Larvaları
Aşağıda, yine son derece etkileyici ve kusursuz bir yaratılış örneği göreceğiz; taklit yeteneğine sahip sinek larvalarını.
Çiçek sineklerinin (Microdon) larvaları karınca yuvasının derinliklerinde kışı geçirirler. Baharda da pupa olmak için yuvanın yüzeyine çıkarlar. Yapılan bir incelemede, larvaların ilk pupa aşamalarında gözden kayboldukları görülmüş ve öldükleri sanılmıştı. Kalan bir larva ise bir karınca kozasının yüzeyine asılmıştı.
Büyütülerek bakıldığında larvanın şişerek büyümekte olduğu, derken birdenbire yok olduğu görüldü. Larva karıncanın ipeksi kozasını delmiş ve içine girebileceği kadar bir delik oluşturmuştu. Gözden kaybolan larvalar kozaların içindeydiler ve karınca pupasıyla besleniyorlardı. Daha sonra larvalar uzunlamasına katlanarak kendilerini karınca kozasına benzettiler. İşçi karıncalar da bunların kendi kozaları olduğunu sanıp, onları yuvanın güvenlikli bir yerine yerleştirdiler.57
Bu çok sıradışı bir taklitçilik örneğiydi. Karıncalar sinek larvalarını karınca kozası sanmışlardı. Yapılan araştırmada larva sineklerin ve larva karıncaların dıştaki katı kabuklarının kimyasının birbirine uymakta olduğu farkedildi. Bir başka deyişle, sinek larvaları karınca kozalarını kimyasal olarak da taklit edebiliyorlardı.
Yapılan kimyasal analizler sonucu bunun gerçek bir kimyasal taklit vakası olduğu ortaya çıktı. Peki Microdon larvaları bu taklidi nasıl yapıyorlardı?
Larvaların bedenlerinin alt kısmındaki bölgede karıncanın kimyasallarını taklit edebildikleri bezler vardı.58
Peki böylesine detaylı bir taklidi, "kimya" kelimesinin anlamını bile bilmeyen bir varlık nasıl yapabilmektedir? Üstelik Microdon sineklerinin sadece larvaları böyle bir savunma sistemine sahiptirler. Yetişkinleri için böyle bir olay söz konusu değildir.
Bu taklitçilik yetişkin sinekler tarafından bilinmediğine göre öğretilemez de. O halde larvalar, bahsedilen taklit yeteneğine doğuştan sahiptirler.
Hiç bir tesadüf, bir larvanın bedenine karınca taklidi yapmasını sağlayacak bir kimyasal düzenek yerleştiremez. Bu olaydan çıkarılabilecek tek sonuç larvaların, yaratıcıları tarafından bu özellikle donatılarak dünyaya geldikleridir.
Oduncu Karıncalar ve Yaprak Bitleri (Apidler)
Karıncaların "hayvan yetiştiriciliği" böcekler dünyasındaki ilginç sembiyoz örneklerindendir.
Şu ana kadar karıncalar hakkında okuduklarınız size, "karınca dünyası" hakkında genel bir fikir vermiştir. Fakat bu sadece bir başlangıçtır. Çünkü karıncaların dünyasında bilmediğimiz özelliklerle donatılmış çok sayıda farklı cins bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, oduncu karınca olarak da bilinen "sütçü karıncalar"dır.
Sözkonusu oduncu karınca cinsi, apidler (yaprak bitleri) vasıtasıyla yapraklardan süt elde eder. Karıncalarla yaprak bitleri arasındaki bu birlik, bütün böcek dünyasındaki en ilginç ilişkilerden bir tanesidir.
Karıncalar tarafından bitkilere yerleştirilen apidler, bitki kökündeki öz suyu alırlar. Apidin vücuduna giren bitki özsuları, "bal özü" denen maddeye dönüştürülür. Bu bal özünden hoşlanan karıncalar, apidlerin besini kendilerine vermesi için bir yol bulmuşlardır. Aç bir karınca yaprak bitine yaklaşır, duyarga ve antenleriyle onu okşamaya başlar. Apid bundan çok hoşlanır ve küçük bir damla "bal özü" salgılar ve karıncaya sunar. Karıncalar da buna karşılık olarak, apidlerine çok iyi bakarlar.59
"Hayvan Yetiştiren" Karıncalar
Karıncalar, tüm ilginç yeteneklerinin yanısıra "hayvan yetiştiriciliği" de yaparlar. Buradaki ve yan resimde görüldüğü gibi karıncalar kendilerine yaprak bitlerinden adeta bir "sürü" oluşturur ve bu "sürü" yü besin elde etmek için kullanırlar. Ama bunun karşılığında da "sürü" lerine çok iyi bakar, onları yanlarından hiç ayırmaz, düşmanlarına karşı korurlar.
Karıncalar sonbaharda apid yumurtalarını alır ve yumurtadan çıkıncaya kadar yuvalarında tutarlar. Daha sonra genç apidleri çeşitli bitkilerin köklerine yerleştirirler. Böylece apidler buradan özsu emecekler ve sütçü karıncalara süt sağlayacaklardır.
Bu noktada sormak gerekir: Yeryüzünde binlerce canlı varken, "sütçü" karıncalar, apidlerin bu özelliğini nereden bilirler, tüm canlılar arasından nasıl onları tanıyıp seçerler?
Karıncanın, apidin hoşuna giden hareketi bilmesi ve alacağı besin karşılığında onu okşaması ya da salgılanan sıvının tam karıncanın ihtiyacına göre olmasını, bir raslantılar zinciri olarak değerlendirmek elbette ki imkansızdır. Bir kez daha, ortada planlı bir eşleşme, büyük bir uyum ve dolayısıyla açık bir yaratılış vardır.
Karıncalarla Ortak Yaşayan Bitkiler
Doğu Hindistan'ın sürahi bitkisi Nepenthes bicalcarata, kendi ağaç gövdesi içinde karınca kolonilerini barındırmaktadır. Bu bitki tıpkı bir sürahi şeklindedir ve üzerine konan böcekleri yakalayarak içine alıp sindirir. Ama karıncalar bu etobur bitki üzerinde, böcekleri ve diğer yiyecek maddelerini toplayarak gezmekte serbesttirler.60
Çünkü karıncalar ve bitki, ortak faydaları için bir alışverişte bulunmaktadırlar. Karıncalar, bitki tarafından yenme tehlikesi altındadırlar ama buna karşılık bir ev kazanmışlardır. Bitkiler ise, karıncalara bazı doku ve böcek kalıntılarını bırakırlar ve buna karşılık kendi düşmanlarına karşı karıncalardan koruma elde ederler.
Bu örnek, bitkiler ve karıncalar arasındaki ortak yaşamın ana hatlarını tarif etmektedir. Karıncalar ve bunların ev sahipliğini yapan bitkilerin anatomileri ve fizyolojik yapıları, aralarındaki karşılıklı ilişkiyi sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Her ne kadar Evrim savunucuları bu topluluklar arasındaki ilişkilerin milyonlarca yıl içinde yavaş yavaş yaygınlaştığını söyleseler de, zeka sahibi olmayan bu iki yaratığın birbirleriyle anlaşarak böyle bir "karşılıklı fayda" sistemi düzenleyebilmiş olduklarını iddia etmenin mantıksızlığı ortadadır.
Üstte bir nevi "böcek tuzağı" olan bir sürahi bitkisi görülüyor. Ancak bu sürahi bitkisi bazı böcekler için "tuzak" işlevini görmüyor. Örneğin yan sayfada görülen karınca sürahi bitkisi ile rahatça beraber yaşayabilmektedir. Bitki, anlaşılmaz şekilde karıncanın varlığını gözardı etmektedir.
Peki karıncaları bitkiler üzerinde yaşamaya yönelten nedir?
Karıncaların bitkilere yerleşme eğilimi, bitkiler tarafından salgılanan ve "artık nektar" diye isimlendirilen bir sıvı sayesinde oluşur.
Artık nektar sıvısı, adeta karıncaları bitkiye çağıran bir davetiye görevi görmektedir. Bitkilerin bu sıvıları belli zamanlara göre ayarladığına dair deliller vardır. Örneğin, kara kiraz ağacı yılın sadece üç haftasında çok aktif bir halde bu sıvıyı salgılar. Bu zamanlamanın tesadüfen olmadığı kesindir, çünkü bu üç haftalık zaman otağ tırtılının kara kiraza zarar verdiği tek dönemdir ve karıncalar bu tırtılları çok rahat öldürerek bitkiyi koruyabilirler.61
Bunun ne denli açık bir yaratılış delili olduğunu görmek içinse, normal bir sağduyudan başka hiç bir şeye ihtiyaç yoktur. Ağacın en çok zarar gördüğü dönemi hesapladığını, bu dönemde korunmanın yolunun karıncaları cezbetmek olduğuna karar verdiğini, buna göre kendi kimyasında yapısal bir değişiklik meydana getirdiğini kabul etmek elbette mümkün değildir.
Ağacın bir beyni yoktur ve dolayısıyla düşünemez, hesaplayamaz ve kendi kimyasını ayarlayamaz. Yaptığı akılcı işin bir tesadüf sonucunda kazanılmış bir özellik olduğunu-ki evrimin mantığı budur-kabul etmek de tamamen saçma bir düşüncedir. Ağaç, çok açık bir biçimde, bir akıl ve bilinç ürünü olan bir iş yapmaktadır.
Dolayısıyla bundan çıkarılabilecek tek sonuç, ağacın bu özelliğinin, ağacı yaratan irade tarafından oluşturulduğudur. Bu iradenin sadece ağacı yarattığını düşünmek de anlamsızdır, çünkü yaptığı düzenlemelerden yalnızca ağaca değil, karıncalara ve tırtıllara da vakıf ve hakim olduğu anlaşılmaktadır.
İnceleme biraz daha genişletilirse, aslında tüm doğaya hakim olduğu, doğanın her parçasını ayrı ayrı ama birbirine uygun ve uyumlu bir biçimde düzenlediği, "ekolojik denge" dediğimiz kusursuz sistemi kurduğu anlaşılır. İlerlemeyi daha da genişletip jeolojinin, astronominin alanlarına da girebiliriz; her yerde karşılaşacağımız tablo aynıdır. Kusursuz bir düzen içinde birbirleriyle uyum içinde işleyen sistemler vardır. Bu sistemlerin hepsi bir düzenleyicinin varlğına işaret ederler, ama hiçbiri birer düzenleyici değildirler.
O halde o düzenleyici, tüm evrene vakıf ve hakim, ama evrendeki her şeyin ötesinde, üstün ve bağımsız bir irade olmalıdır.
Akasya Ağacı ve Karıncalar
Akasya ağaçları tropikal ve subtropikal bölgelerde yetişirler ve dikenli çalılar tarafından korunurlar.
Afrika türü akasyada yaşayan bir karınca cinsi, dikenleri kemirerek kendisine bir giriş deliği açar ve sürekli akasya ağacında yaşar. Her karınca kolonisi bir veya birkaç ağacın üzerinde yaşar ve akasyanın yapraklarındaki nektarlarla beslenir. Ayrıca bu koloniler, ağacın üzerinde buldukları tırtılları ve diğer organizmaları yerler.
Akasyalarla karıncalar arasındaki ortak yaşam, canlılar arasındaki ortak yaşam örneklerinin belki de en ilgi çekicilerindendir.
Akasyanın gövdesinde yer alan nektar, yağ ve protein yönünden çok zengindir. Bu gövdeleri ilk tanımlayan Thomas Belt, bunların bilinen tek işlevlerinin karıncaları beslemek olduğunu açıklamıştı. Karıncalar bu ağaçlarda yaşarlar, gövdelerinden salgılanan nektardaki şekeri alırlar ve larvalarını beslemek için kullanırlar.62
Peki bu üretimin karşılığında, ağacın karıncalardan beklediği nedir?
İşçi karıncalar bitkinin yüzeyinde yaşarlar; diğer böceklere hatta ne büyüklükte olursa olsun diğer canlılara karşı oldukça saldırgandırlar. Bitkiye yönelik herhangi bir saldırı durumunda ağaçtan iner ve karşı tarafa bir saldırıda bulunarak, acı verecek şekilde ısırırlar. Daha da ötesi, akasyaya bir metre yakınlıkta filiz veren diğer tüm bitkileri çiğner ve hırpalarlar. Karınca kolonisinin yerleştiği bir akasyaya dokunan diğer ağaçların dalları da aynı şekilde bozulmaya uğrar.63
Nitekim karıncasız akasya ağaçlarının, karınca kolonilerine barınaklık eden diğerlerine göre böcekler tarafından daha fazla saldırı ve zarara uğradıkları görülmüştür. Yapılan bir deneyde, 40 metre çapındaki istila edilmiş, akasya gövdesinden fışkıran yabani bitkiler, karıncalar tarafından tamamen yok olana kadar çiğnenmiş ve ezilmişlerdir. Ayrıca karıncalar akasyanın gölgeliğine değen diğer bitki dal ve yapraklarına da saldırmışlardır. Bütün karınca topluluğu, bitkiyi temizleyerek ve üzerinde devriye gezerek aktif haldedirler. Araştırmacıların vardıkları sonuç şudur: Karıncalar akasya tarafından kiralanmış bir "özel ordu" gibi çalışmaktadırlar.64 Böyle bir pazarlığı gerçekleştirecek bilinç her iki tarafta da bulunmadığına göre de, bu dengenin her iki tarafı da yaratan irade tarafından kurulduğunu kabul etmek gerekir.
Karınca Otelleri
Bazı bitkilerde biyoloji dilinde "domatia" adı verilen derin oyuklar vardır. Bunlar, karınca kolonilerine sığınak oluşturmaktan başka pek bir amaca hizmet etmezler. Karıncaların kolayca içerlerine girip çıkmalarını sağlayan delikleri ya da dokulardan oluşan ince perdeleri vardır. Bu bölmelerde "yiyecek formları" (karıncalar tarafından toplanıp yenmesi için bitkinin özel olarak ürettiği besin) da oluşmaktadır. "Yiyecek formları"nın bilinen tek fonksiyonu da yine karıncaları beslemektir. Bitkinin kendisi için görünen bir faydası yoktur.65
Kısacası "domatia"lar karıncaların yaşamlarını sürdürebilmesi için meydana gelmiş çok özel yapılardır. Isı ve nem miktarı dengesi, karıncaların istediği ideal ortamı hazırlamaktadır. Karıncalar, kendileri için hazırlanmış bu özenli yer içerisinde, neredeyse insanların kaliteli otellerde rahat edebileceği kadar rahat ederler.
Bu yapıların tesadüfen meydana geldiklerini, tesadüfen karıncalara uygun yiyecekler ürettikleri ve onlara uygun şekiller aldıklarını iddia etmek ise mümkün değildir.
Karınca-bitki ilişkileri, yeryüzünde tek bir Yaratıcı tarafından yaratılan olağanüstü dengenin delillerinden sadece biridir. Ayrıca bu ilişki karşılıklıdır. Bitkilerin bu hizmetlerine karşılık karıncaların sunduğu hizmetler, dünyadaki bitkilerin bu denli verimli olmasında son derece önemli bir faktördür. Karıncalar toprağı karıştırarak onun karbon açısından zenginleşmesini sağlar, dışkı ve artıklarla ona besin ekler, etraftaki ısıyı ve nemi uygun bir seviyede tutarlar. Bu nedenle büyük karınca yuvalarının etraflarındaki bitki türleri, diğer arazilerdekine göre daha zengin olur.
Kimyacı Bitki ve Nitrojen Kaynağı Karınca
Bir karınca çeşidi (Philidris) ve bunun ev sahibi bitki (Dischidia major), tüm yaşamları boyunca oldukça karmaşık bir "kimyasal üretim" yaparlar.
Sözkonusu bitkinin toprağa işleyen kökleri yoktur ve bu nedenle diğer bitkilere dolanarak destek alır. Bitki, karbon ve nitrojen kazancını artırmak içinse çok ilginç bir metoda sahiptir.
Karıncaların bu bitkinin içinde, yavrularını yetiştirdikleri ve organik kırıntıları (ölü karıncalar, böcek parçaları vs.) sakladıkları "karınca yaprağı" denen bir depoları vardır. Bitki, bu kırıntıları bir nitrojen kaynağı olarak kullanır. Ayrıca yaprak boşluklarının iç yüzeyleri de karınca tarafından solunan karbondioksidi emmekte ve böylece gözeneklerden çıkan su kaybını azaltmaktadır.66 Bu bitki tropikal iklimde yetişmesine rağmen, su kaybını önlemek onun için çok önemlidir. Çünkü, kimyacı bitkilerin kökleri olmadığından topraktaki suya hiçbir zaman ulaşamazlar. Böylece karıncalar, kendilerine barınak sunmasına karşılık olarak, bitkinin iki önemli ihtiyacını karşılamış olurlar.
Ev Sahiplerini Besleyen Karıncalar
Burada"kiracıları" tarafından beslenen bir bitki görülüyor. Bu bitki aynı zamanda karıncalara'ev' vazifesi de görüyor.
Bazı karıncalar, kendi ev sahibi bitkilerini beslerler. Örneğin, iki çeşit bitkinin (Myrmecodia ve Hydnophytum) yumrularla bezenmiş şişkin gövdeleri, karıncaların içlerinde yuvalanmaları için büklümlü odacıklar sağlamaktadır. Karıncalar, bu oyuklarda yaşarlar ama oyuklar arasında ilginç bir ayrım yaparlar. Onların yaşadıkları odacıklar, düzgün duvarlıdır. Bazı odacıklara da böcek artıklarını doldururlar. Bunlar ise kaba duvarlı oyuklardır.
Yapılan araştırmalar, kaba duvarların besleyici maddeleri emdiğini, düzgün oyukların ise geçirgen olmadığını göstermiştir. Bu nedenle bitki karıncaların getirdiği böcek artıklarını emerek beslenmektedir. Bir başka deyişle, karıncaların odaların kullanımı konusunda yaptıkları ayrım, son derece isabetli bir seçimdir.
Bilim adamları, bu konuda ilginç bir deney gerçekleştirdiler. Önce meyve sineği larvasını radyoaktif olarak etkilenmiş mayayla beslediler. Sonra onu karınca bitkisinin yüzeyine yerleştirdiler. Larvayı bulan karıncalar, hemen onu kaba duvarlı odalara taşıdılar.
Daha sonraki birkaç hafta, böcek artıklarının bitki tarafından özümsenip gövde boyunca yukarı taşındığını kanıtlamak için, bitkideki radyoaktivite oranı uzmanlar tarafından takip edildi. Gerçekten de bilimadamları, kaba duvarlar besleyici maddeleri emdikleri için, radyoaktivitenin bitkinin her yerine taşındığını belirlediler.67
Piper Bitkisi ve Kahverengi Karınca
Piper bitkisi ile karıncalar arasındaki ilişki, şimdiye kadar incelediğimiz örnekler içinde belki de en ilginç olanıdır. Piper (karabiber ailesine mensup bir bitki çeşidi) adlı karınca bitkisi, Orta Amerika'nın tropikal ormanlarının gölgeliklerinde yetişir. Kahverengi karıncalara (Pheidole bicornis) yiyecek ve korunma sağlayan bir bitkidir. Genç Piper ağacının sadece iki ya da üç tane büyük yaprağı vardır. Yaprak tabanlarının (dalla yaprak arasında içi boş şişlik) birinde çoğunlukla bir kraliçe karınca yaşar. Kraliçe, bir Piper fidanını kendisine sömürge edinir. Yaprak tabanına bir giriş deliği açar ve içine yumurtalarını bırakır.
Yumurtalar ilk larvaya dönüştüğü zaman, sadece bir tane yaprak tabanını işgal ederken, koloni büyüdükçe, işçi karıncalar ağaç gövdesinin süngerimsi dokusunda ilerleyerek bütün bitkiye yayılırlar.68
Bu bitki karıncalar için aynı zamanda bir besin kaynağıdır; yaprak tabanının iç yüzeyi karıncalar için tek hücreli besin üretir. Ürettiği yağları ve proteinleri, üzerindeki mikroskobik torbalardan sızdırır.
Karıncalar da bu besinlerin proteince zengin parçalarını kopararak larvalarını bunlarla beslerler.69
Karıncaların belki de başka hiçbir şekilde bulamayacakları bu zengin besinler, piper tarafından kendilerine sunulmaktadır. Bu karıncalar, her yıl kendilerine en iyi bakımı, korunmayı ve beslenmeyi sağlayacak piperlere doğru yol alır; bitkinin, kendilerine en uygun yerlerinde yuvalarını kurarlar.
"Akıllı" Piper
Yiyecek kaynağı olarak işlev gören piper bitkisinin çok ilgi çekici bir özelliği daha vardır. Diğer karınca bitkileri, kolonileri gittikten sonra bile yiyecek üretmeye devam ederken, piper bitkileri, sadece karıncalar varken bu üretimi yaparlar. Bilim adamları bitkinin, kahverengi karıncanın (Pheidole) yokluğunda yiyecek üretimini durdurduğunu farketmişlerdir.70
Karşılıklı Yardım
Piper bitkisinin yaptıkları, tek taraflı bir fedakarlık değildir. Çünkü bu karşılıklı yaşam sürecinde, karınca da kendisini besleyen ev sahibi için besleyici madde üretir.
Bitkinin gövdesinde yeralan karınca şişliği çürüyünce, bitkinin yumuşak iç dokularına sulu amonyak olarak çekilir. Bu sıvı bitki için çok faydalıdır, onun verimini arttırır.
Buna ek olarak, nefes alan karınca kolonisi üyeleri, bitkinin karbondioksit konsantrasyonunu arttırarak daha sağlıklı olmasını sağlarlar.
Piper karıncalarının bitkilerine besin sağlayıp sağlamadıklarını anlamak için bazı araştırmalar yapılmış ve yiyecek arayan Pheidole karıncalarının, spor, su yosunu parçaları ve güve pulları gibi çeşitli taneleri bitkiye getirdiği ortaya çıkmıştır. Karıncalar taşıdıkları bu besinleri, larvaları sakladıkları küçük torbada tutarlar.
Bitki de bu besinlerden kendisi için gerekli mineralleri alır.
Strateji Uzmanı Pheidole
Pheidole karıncaları oldukça uysaldırlar. Yavaş hareket eder, saldırmaz ve sokmazlar. Fakat karıncalar kendilerini ve kendilerine ev sahipliği yapan piper bitkilerini korumak için kurnazca bir strateji kullanırlar.
Tırtıl gibi yaprak yiyen birçok böcek, yumurtalarını bitkilere yerleştirirler.
Karıncalar bu potansiyel tehlikeyi hiç zaman yitirmeden uzaklaştırırlar. Piper bitkilerinin yapraklarına yerleşen termit yumurtaları, işçi karıncalar tarafından 1 saat içinde fark edilir. Sonra bunları birer birer ayıklarlar. Yumurtayı çenelerinde taşıyarak yaprağın kenarına kadar gider ve yumurtayı aşağı bırakırlar.
Araştırmacılar, termit yumurtalarını, karınca larvalarına yiyecek olarak vermek için larvaların bulunduğu odacıklara koymuşlardır. Fakat sonuç yine aynı olmuş, karıncalar ileride kendilerine ve bitkiye zararı dokunabilecek her şeyi anında uzaklaştırmışlardır.71
İstilacı Bit
Pipere zarar veren bir başka canlı da istilacı buğday bitidir (Ambates melanops). Buğday biti, karıncasız bitkilerin büyük bir çoğunluğuna saldırır ve bitkinin gövdesini içten delerek öldürür.
Fakat bu mikro istilacılar, eğer bitkinin karınca muhafızları varsa pek de başarılı olamazlar. Karıncalar savunmasız, yumuşak yapılı buğday biti larvalarına gövdenin iç kısmında tünel açmaya başladıkları sırada saldırırlar. Üzerinde yaşadıkları bitkiyi her türlü istilaya karşı koruyan strateji uzmanı karıncalar, bu yönleriyle ekolojik dengeyi de korumaktadırlar.
Bitkilerle karıncaların bu derece uyumlu bir ortak yaşama sahip olmaları hiçbir şekilde tesadüflerle açıklanamaz. Bölüm boyunca okuduğumuz bilgilerin sonucunda karşımıza çıkan tablo, birbirleri ile tam bir uyum içinde yaratılmış birbirinden farklı türdeki canlılardır.
Bu bölümün başında buna benzer bir uyumun örneğini vermiştik: Bir anahtar ve onun açtığı bir kilit arasındaki ilişki. Bu iki ayrı maddenin arasındaki uyumun da tek bir açıklaması vardı: Kilit ve anahtar aynı tezgahtan, aynı ustanın elinden çıkmışlar, yani bilinçli olarak tasarlanmışlardı. Doğada rastladığımız uyum örneklerinde de aynı mantık geçerlidir. Karınca ve bitki bilinçli bir tasarımın ürünü oldukları için uyum sağlarlar.
Ne karınca bitkiye hakimdir, ne de bitki karıncayı tanımaktadır. Tüm bu yaşam planlarını yerine getirmekten de acizdirler. Her ikisi de kendilerini Yaratanın ilhamı ile hareket etmekte ve bu sayede yeryüzü üzerinde yaşamlarını devam ettirmelerini sağlayan bir ortak yaşamı sürdürebilmektedirler.
Populerbilgi.com